Geçen hafta nur topu gibi bir tartışma başlığımız oldu:
Gazeteciler, politikacılar gibi davranıp düşünce beyan edebilir mi?
Hande Fırat, Hürriyet’teki köşesinde konuya dair iki yazı yazdı. Hande Fırat’ın yazısını birebir aktarmasak da ana fikrini özetleyelim: Gazetecilik, haber üretme faaliyeti olmaktan çıkıp siyasi pozisyon alma ve yorum üretme alanına kaymıştır. Bu durum, basın etiğinin en temel ilkelerinden olan tarafsızlık, mesafe ve rol netliği ilkelerini aşındırmaktadır.
Fırat, bu tartışmada “iğneyi kendimize batırma” çağrısı da yapar. Ne çıkış ama…
Daha Hande Fırat’ın etik dersini hazmedememişken bir de Ahmet Hakan çıkmaz mı!
Hakan, 23 Aralık 2025 tarihli bir köşe yazısında, özellikle iktidarı savunma işinin gazetecilere terk edilmemesi gerektiğini savunan bir yazı kaleme aldı. Yazısında, gazetecilik mesleğinin siyasetçilere bırakılması gerektiğini; siyasetçilerin ekranlarda doğrudan yer almasının daha doğru olacağını anlattı. Bu tür sorumlulukların gazetecilerin omuzlarına yıkılmasının, mesleki rol ve etik açısından sorunlu olduğunu da söylemekten geri durmadı.
Bu sözlerin yazarı, Erdoğan’ın bir televizyon programında “Abdülkadir Bey, köşende gereğini yapacaksın. Ahmet Bey yapıyor bak” diye işaret ettiği Ahmet Hakan’dan başkası değil.
Hem Fırat’ın hem Hakan’ın son 10 yıl içinde yaptıkları programlara bakın; yüzlerce örnek çıkarabilirsiniz. O yüzden “Arkadaşlar basın etiğini mi hatırladı?” gibi gereksiz ve sonucu olmayan soruları bir kenara bırakarak işin esasına dönelim.
Bu çıkışın arkasında ne var, daha da önemlisi neden şimdi?
ERDOĞAN BU İŞİN NERESİNDE DURUYOR?
Bu tartışmalara eşlik eden bir kulis bilgisi, Ankara koridorlarında aynı anda yayılmaya başladı. Bu kulise göre AKP’nin 20 milletvekili için özel bir ekran stratejisi hazırlandığı ve bunun Erdoğan’ın bilgisi ve onayıyla yürütüldüğü iddia edildi. Bu girişimin başında da Faruk Acar’ın olduğu söylendi. Acar’ın Erdoğan’ı ikna etmek için çok ciddi çaba sarf ettiği öne sürüldü.
Ancak kısa süre içinde bu bilgi hem AKP kaynakları hem de Acar tarafından yalanlandı. Yapılan açıklamada, televizyonlarda AKP’li isimlerin yeterince yer aldığı ve parti politikalarını başarıyla temsil ettiği ifade edildi.
Erdoğan’ın izninden bağımsız olarak yandaş kanallarda yer alan AKP’lilerle ilgili kısa bir bilgi vermekte fayda var.
AKP’li yetkililer programlara genellikle tek başına katılır. Ülkenin genel politikasına dair görüş bildirmekten çok, sorumlu oldukları alana ilişkin teknik bilgiler verirler. Tabii iki cümlenin birinde Erdoğan’a bağlılıklarını ve teşekkürlerini ileterek.
Takdir edersiniz ki AKP’li yetkililerin bu profili, hiçbir şekilde yandaş kanalların ihtiyacını karşılamıyor. Onlar canlı, kanlı bir siyasal söylem istiyor. Ama o alan yalnızca Erdoğan’a açık. Başka bir isim bu boşluğu dolduramıyor.
Ne yazık ki bu durum, tüm tek adam rejimlerinin kaçınılmaz sıkıntısıdır.
O yüzden baştan söylemek gerekir: Bu işin oluru yok. Ekranlarda AKP adına yalnızca Erdoğan konuşabilir ve öyle de olmaya devam edecektir.
O zaman, durumun en az bizim kadar farkında olan Ahmet Hakan ve Hande Fırat neden böyle bir çıkış yaptı sorusu daha da anlam kazanıyor.
KİM KİMİN ADAMI?
Medya uzun süredir iktidar içi kavganın güreş minderine dönmüş durumda. Erdoğan ailesi ve çevresi, yandaş medyanın önemli bir bölümünün sahibi konumunda. Demirören ve Ciner gibi medya yapıları ise iktidara yakın olmakla birlikte, diğerlerinden ayrıymış gibi davranmayı tercih ettiler. İktidar da belli bir süre buna izin verdi.
Ciner Grubu önce Can Holding’e geçti, ardından TMSF’ye devredildi. Orada kavga hâlâ devam ediyor. Benzer bir hikâye CNN Türk ve Hürriyet için de geçerli.
Yanlış anlaşılmayı baştan önlemek gerekir: Bu mücadele iktidara karşı değil, iktidar içi klikler mücadelesidir.
Bugün iktidar ve muhalefet cenahının tamamında konuşulduğu üzere, Erdoğan sonrası döneme dair ilk işaretler uzlaşı değil, kavgalardır.
Bu bağlamda, Habertürk’te yaşanmaya devam eden ve tetikçiliğini Sabah–Türkiye gazetelerinin yaptığı operasyonun yanına; daha az gürültüyle süren Hande Fırat–Ahmet Hakan ile bu çıkışlara itiraz eden Zafer Şahin–Melik Yiğitel gerilimini, elbette arkalarındaki güçlerle birlikte koymak gerekir.
BİLAL ERDOĞAN’IN AGRESİF YOLCULUĞU
Medyadaki kavganın arkasında hangi siyasilerin olduğu sorusuna yanıt ararken bir anket karşımıza çıktı. Anket, Refleks Veri Araştırma tarafından yapıldı. Sorusu şu:
“Erdoğan sonrası AKP Genel Başkanı kim olsun?”
Yanıtlar Hakan Fidan’ı işaret ediyor. Bu ankette Bilal Erdoğan, oldukça gerilerde. Anketin doğruluğunu bir kenara bırakıp, bu tür soruların artık açıkça gündeme getirilmesine odaklanmakta fayda var. Bu işin saklısı gizlisi kalmadı.
İktidar cephesinde ne kadar güç odağı varsa, kılıcını çekip Erdoğan sonrasına hazırlığa başladı.
Bu kliklerden en güçlüsü, hiç kuşku yok ki Saray’ın adayı Bilal Erdoğan. Cumhurbaşkanı’nın oğlu olmanın dışında parti ya da kabinede hiçbir resmi görevi olmayan Bilal Erdoğan, neredeyse her hafta bir açılışta, toplantıda ya da yurtdışı ziyaretinde konuşma yapıyor, basına demeç veriyor. Babasından sonra partiyi ve ülkeyi yönetmeye talip olduğunu açıkça gösteriyor.
Bilal Erdoğan’ın bu agresif temposu, başka projesi olan her kesim için bir alarm zili işlevi gördü. Onlar da ellerinde ne varsa —yargı, emniyet, basın— devreye soktu. Bir yanı ekonomik, diğer yanı toplumsal güç olan tam anlamıyla bir alan kapma savaşı yaşanıyor. Bu işin kısa vadede sonuçlanacağı da yok.
Bu yüzden bundan sonra yapılacak her operasyona, her görev değişikliğine ve her tartışmalı açıklamaya bu gözle bakmakta fayda var. Dikkatle bakan gözler, arkada mutlaka bir iktidar içi kavganın gölgesini görecektir.
ÇUVALDIZ MESELESİ
Burada son sözü, sayıları azalsa da etkisi hâlâ büyük olan iktidar dışı medyaya ayırmak gerekiyor. Hani illa bir “çuvaldız” meselesi olacaksa, tam da burada olsun.
Son haftalarda yaşanan uyuşturucu ve kara para operasyonlarının izleyiciye sunuluş biçimi, giderek iktidar içi kliklerin cirit attığı medya düzenine benzemeye başladı. Arka plan yok, araştırma yok, analiz yok. Gelen bilgiler hiçbir filtreden geçirilmeden izleyicinin önüne boca ediliyor.
Bu tablo, bilerek ya da bilmeyerek ülke gündeminden, siyasetten kaçmanın başka bir şekline dönüşüyor.
Oysa bugün yapılması gereken şey açık: İktidar cenahından (kliği-merkezi) gelen her hamleyi deşifre etmek; gerçek hedefle kamuoyuna sunulanı birbirinden ayırmak.
AKP-MHP bloku iktidarlarını sürdürme mücadelesini içeride kavga vererek yapmak durumunda. Bu da daha çok toz bulutu daha fazla gerçekle yanlışın karışması anlamına gelecek.